30 Nisan 2010 Cuma

NOSTALJİ : GÖBEKLİ FUTBOLCU EKOLÜ


Fotoğraf 1990 yılında çekilmiş. Seda Sayan, Oğulcan'a hamile. Sinan Engin 1988-1989 sezonunun sonunda Beşiktaş'tan ayrılmış ve o dönem Ankaragücü forması giyiyordu.

Göbekli futbolcu ekolünün en önemli temsilcilerinden olan Sinan Engin'in fotoğrafı çarpıcı. Bizim en son hatırladığımız göbekli futbolcu Sergen'di. Ayrı bir ekol olan bu göbekli futbolculardan başka hatırladığınız var mı?

Nostalji başlıklı diğer yazılar için burayı tıklayın.

27 Nisan 2010 Salı

BÜYÜK KAPTAN ARDA TURAN


1980'den Bugüne Galatasaray'da Kaptanlık

1980-1985 yılları arasında Galatasaray Futbol Takımında kaptanlık görevini Fatih Terim üstlenmiştir. İmparator futbolu bırakınca Cüneyt Tanman 6 yıl süreyle bu görevi sürdürdü. Cüneyt kaptan olduğunda 29 yaşındaydı. Daha sonra Erdal Keser üç yıl süreyle kaptanlık yapmıştır. Erdal pazubandını koluna taktığında 30 yaşındaydı. Ve Tugay Kerimoğlu. Aslında Tugay'ın kaptanlığı 1992-1993 sezonunda başlar. Erdal'ın ilk onbirde çıktığı maç sayısı az olduğu için henüz 22 yaşında fiilen kaptan olur. Adnan Polat'ın futbol şubesi sorumlusu olduğu dönemdir. Saftig döneminde işler kötü gidince Tugay'ın kaptanlığı elinden alınır ve Bülent Korkmaz 27 yaşında kaptan olur. Hikayenin devamını hepimiz biliyoruz.


Bu isimlerin hiçbirisi Galatasaray tarihinin en cüretkar açıklaması olan 'ben ikinci kaptanlığı takmam' demedi. Hiçbiri arkadaşının dudağını patlatmadı. Daha sayacak birçok hatası var Arda'nın ama gerek yok. İlk olay bile kaptanlığın verilmemesi için yeterliyken herşeye rağmen ikinci olaydan da sıyrılmıştır.

Benim çocukluğumdan beri sevdalısı olduğum kulüp böyle yönetilmedi hiçbir zaman. Arda'yı belki bu yazıyı okuyan herkesten çok seviyorum ama kurumlar her zaman kişilerin üstündedir.

Arda'ya büyük kaptan tezahüratı yapanlar da Galatasaray'ın değerli kaptanlarına ayıp ettiklerini bilsinler. Büyük kaptan olmak için Arda'nın daha çok yolu var. Unutmadan yazalım, henüz kaptanın elinde bir kupa göremedik. Peki ne zaman göreceğiz?

25 Nisan 2010 Pazar

GALATASARAY - BURSASPOR : MAÇ YAZISI


Maçtaydım.

Her zamanki gibi kapalı üst tribünde yerimizi aldık. Maçtan önce sokağın pek havası yoktu. Artık off sezondayız ne de olsa.

Önceki yazımda antu adlı taraftar sitesinin geçen hafta ‘yatış hazırlıkları tamam’ başlığının altına bir de yatak fotoğrafı koyarak yaptığı iğrenç imaya değinmiştim. Bu özürlü kitlenin böyle bir şeyi nasıl düşünebildiklerini anlamlandıramıyorum. O küçücük beyinleri ile bizi yani 1905 yılında kurulmuş Galatasaray’ı gaza getirmeye mi çalıştılar acaba? Ne dahiyane bir düşünce. Bizim oyuncularımız da gaza geldi ve Bursaspor’a yenilmedi. Süper ligimizin yeni lideri de Fenerbahçe oldu.

Maçla ilgili düşüncemi belirtmiştim. Galatasaray her zaman kazanmak için sahaya çıkar. Şike bizim işimiz değil. Onu o işi yapanlara soracaksınız.

Güzel bir mücadele oldu. Bursaspor’un organize tek bir atağı olmamasına rağmen maç özetlerine bakıldığında hemen hemen eşit sayıda pozisyon olduğu görülüyor. İlk yarı ve ikinci yarının önemli bir bölümünde rakibi ezdik. Bursaspor çok bunaldı. Sahasından çıkmakta zorlandı. Bu kadar pozisyona nasıl girdi derseniz Arda beş kişinin arasına daldı, Caner üç kişiyi birden çalımlamaya kalktı, Mehmet Topal topla buluşunca ne yapacağına karar veremedi vesaire. Bu şekilde kaptırdığımız toplar bize pozisyon olarak döndü. Bunların dışında Bursaspor pas yapıp oyun kurmak gibi bir düşünce ile sahaya çıkmamıştı zaten. Futbolcunun taç atışından korner atışından anlarsınız. Bursaspor maçı idare etmeye çalıştı. Bir gol bulursam üstüne yatarım düşüncesi ile oynadı süper ligimizin süper lideri. Golü bulamadı. Biz de bulamadık.

Lucas yine harikalar yarattı. Müthiş oynadı. Tek başına savunmayı toparladı. Giovani her zamanki gibi hırslıydı. Keita ilk yarı çok kötüydü ama ikinci yarının en iyilerindendi. Arda ile Elano ile ilgili bir şey yazmayacağım. Pek göremedim de. Caner herkesi isyan ettirdi. Aykut ise şaşırttı.

Seyirci coşkuluydu. Maçın tek çirkini ise hakemdi. Hakemler hakkında yazmak adetimiz değil. A.Madrid maçında penaltımızı vermeyen hakem hakkında bile yazmadık ama Bünyamin Gezer adlı hakemin bu maça atanması gerçekten kasıtlıydı. Kendisinden beklendiği gibi bir maç yönetti. İnsan 1.000.- TL para almak için annesine küfrettirmemeli. Tabi taraftarın da küfretmemesi gerekir ne kadar yanlış kararlar verirse versin. Ama küfür edileceğini bile bile bu kadar bariz bir şekilde yanlı davranmayı seçen de kendisi. Küfürü hak etti demiyorum ama Ali Sami Yen’de Galatasaray aleyhine bu kadar çalıştıktan sonra küfür yemesi kaçınılmazdı. En azından yardımcısının kafası yarılmadı:)


Maçtan sonra Arda’nın yaptığı açıklamalar inanılmaz. Kolay mı Bülent Korkmaz olmak. Kolay mı Hakan Şükür olmak. O kadar da değil. Haklı yönleri var tabi ama kendisine örnek aldığı kişiler bu takıma kupalar kazandırdı. Arda ise yalnızca yarattığı sorunlar ile hatırlanacak eğer bu sezon son sezonuysa.

Sezon bizim için bitti. Sezonu erken kapatma artık sıkıcı olmaya başladı. Geçen sezon daha erken kapatmıştık. Ama yeter. Bundan sonra daha planlı bir transfer politikası ile sezon sonuna kadar yarışın içinde olmak istiyoruz. Şu ligde bile sezonu erken kapatıyorsak özeleştiri şart. Biz nerde yanlış yaptık?

24 Nisan 2010 Cumartesi

YATIŞ HAZIRLIKLARI TAMAM

Ciddi sorunları olduğunu düşündüğüm bir ekip tarafından yönetilen antu adlı taraftar sitesi geçen hafta sitenin girişine bu başlık ile birlikte yatak fotoğrafı koymuş. Galatasaray, Bursaspor’a yatacakmış. Olaya bakar mısınız. Bunu düşünebilmek için insanın nasıl bir zekaya sahip olması gerekir hiç bilmiyorum doğrusu.

Çok fazla geriye gitmeye gerek yok .
2003-2004 sezonu, 32. hafta
1.Fenerbahçe : 73 Puan
2.Trabzonspor : 71 Puan
3.Beşiktaş : 62 Puan

Galatasaray lige havlu atmış takımda Suat Usta,Petre,Aykut,Cihan vs var.

33. hafta karşılaşmaları ise Denizlispor-Fenerbahçe ve Trabzonspor-Galatasaray

Birkaç hafta önce Hakan Şükür Telegol programına konuk oluyor. Programda sorulan kimin şampiyon olmasını istersiniz sorusuna ‘Galatasaray olamayacağına göre gönlüm Trabzonspor’dan yana’ cevabını verir Hakan Şükür. Ertesi günlerde gazetelerde Galatasaray, Trabzonspor’a yenilecek haberleri yayılır. O dönemin kadrolarına bakarsanız Trabzonspor’un kendi sahasında oynadığı hem de maçta şampiyonluk şansı devam ederken Galatasaray’ı yenmesi kadar doğal bir şey olamaz. Eğer Galatasaray kazanırsa Fenerbahçe şampiyonluk kutlaması yapacak. Zaten Galatasaray çok kötü bir sezon geçirmiş ve herkes lig bitsin diye bekliyor. Yani Galatasaray kaybetse kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Daha formda olan, şampiyonluk iddiası olan, daha iyi oyunculara sahip olan taraf Trabzonspor. Ama maçı kazanan Galatasaray oluyor. Hem de maçın skoru Trabzonspor :2 – Galatasaray : 4. Fenerbahçe de sahasında Denizlispor’u yeniyor ve Bağdat Caddesinde kutlamalar başlıyor.

Çok fazla geriye gitmedik daha birçok örnek var bunun gibi. Galatasaray bu sezon büyük ihtimalle şampiyon olamayacak. Hatta Şampiyonlar Ligi ihtimali bile az. Öyle olmasa dahi Galatasaray şike yapmaz. Hem de Fenerbahçe şampiyon olmasın diye başka bir takıma yatmaz. Galatasaray’lılık kaybetmeyi de bilmektir. Şampiyon oluruz olamayız o ayrı bir konu. Sezon sonu özeleştirimizi yaparız. Ama Fenerbahçe şampiyon olmasın diye başka bir takıma maçı vermek söz konusu dahi olamaz. Örneği de var 2003-2004 sezonu. Maçtan sonra da Gökdeniz çok sinirlenmiş ve o meşhur açıklamasını yapmıştır ‘Galatasaray bugün bizi yendi, bizi şampiyonluktan etti seneye de Galatasaray’ın 100. yılı o zaman görüşeceğiz tarzı bir şeyler söylemişti. Ne yapacaktık Gökdeniz? Feenrbahçe şampiyon olmasın diye size yenilecek miydik?

Bugün güzel bir futbol pazarı olmasını diliyorum. Kazanacağımızı düşünüyorum. Antu gibi seviyesiz bir siteyi burada konu etmek bile bu blogun kalitesinden bir şeyler götürmüştür ama dayanılır gibi değil. Biz Galatasaray’lıyız. Kazanmayı da kaybetmeyi de biliriz. Şu yazıya tıklayarak tarihte başka nelerin yazdığını da görebilirsiniz.

23 Nisan 2010 Cuma

MARADONA'NIN BELGESELİ


Bir futbol tutkunu için ne büyük kayıptır 'Diego Armando Maradona' yı izleyememek.

Ne kadar şanslıyız ki bizim kuşak O'nu doyasıya izledi. Messi'nin harikalar yarattığı bugünlerde hala Maradona en iyisiydi diyorsak bunu anlatmak için yazılar, videolar yetmez. Maradona başka bir şeydi. Hiçbir yıldız futbolcusu olmayan Arjantin'i tek başına dünya şampiyonu yapmaktı Maradona, İtalya'nın kuzey takımlarına tek başına meydan okumaktı. Maradona başka bir şeydi. Boca'ydı Maradona. Futbolu bıraktıktan sonra tribünde çocuklar gibi sevinmekti aşık olduğu takımın gollerine.

Maradona belgeselinden bir kesit;

22 Nisan 2010 Perşembe

ŞİKE DEYİNCE AKLA...

25 Nisan 1955; yer, İstanbul Spor ve Sergi Sarayı.

Salon tıklım tıklım dolu ve 1954 - 55 sezonu Türkiye Basketbol Şampiyonası’nın son maçı Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanıyor!..

O geceye kadar şampiyona finaline katılan diğer takımları ekarte eden üç takımdan, Modaspor, Galatasaray’ı, Fenerbahçe Modaspor’u yenmiş… Galatasaray, Fenerbahçe’yi yenerse bu üç takım “puan puana olacak” ve “şampiyonu 3’lü averaj tayin edecek”…

Galatasaray’ın şampiyon olabilmesi için “7 sayılık bir farka ihtiyacı” var; oyunun bitmesine 44 saniye kala sarı - kırmızılılar 40 - 27, yani 13 sayı önde ve “top Galatasaray’da!..”

O yıllarda basketbolda “30 saniye - 24 saniye kaideleri” yok; bir takım topla istediği kadar oynayabiliyor; üstelik “potaya basket atış hâli olmadan da faul atışı yapılmıyor”; kısacası, Galatasaray “44 saniyeyi top tutarak geçirdiği takdirde” şampiyon olacak!..

O zaman Galatasaray takımında “basketbol cambazı, dripling üstadı bir oyun kurucu” var, Yalçın Granit; elinden top almak pek mümkün değil, zaten alınsa da, Galatasaray’ın “o günün basketbol oyun kaideleri ile 44 saniyede 7 sayı yemesi” mümkün görünmüyor!..

Galatasaray tribünleri şampiyonluğu kutlamaya başlamışken; aaaaa, o da ne?..

Tribünlerden bir Fenerbahçeli yönetici iniyor (Genel Sekreter ve Fenerbahçe Tarihi yazarı Rüştü Dağlaroğlu); mola alan Fenerbahçe takımı, mola süresince devam eden fiskoslardan sonra, herkesin şaşkın bakışları arasında soyunma odasına gidiyor ve bir daha salona dönmüyor!..

Sebep; ortada “fiziki” bir sebep yok!..

Ama “kimyevi” bir sebep var; zira o zaman “basketbolda hükmen galibiyet 3-0 ve de “3-0 galip gelmek” Galatasaray’ı şampiyon yapmaya yetmiyor; şampiyon Modaspor!..
Bu hazin ve acı tablo karşısında “çılgına dönen” Galatasaray seyircisi salonu saatlerce boşaltmıyor!..

Hakemlerin ve federasyon yetkililerinin ısrarlarına rağmen, Fenerbahçe salona dönmeyince, zamanın İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay olaya el koyuyor; Basketbol Federasyonu (Voleybol ve hentbol ile beraber o zamanlar adı “Spor Oyunları Federasyonu”) Başkan Faik Gökay başkanlığında Spor Sergi Sarayı’nda toplanıyor!..

Ve karar ilân ediliyor; “Galatasaray ve Modaspor beraberce şampiyon!..”

Türk Basketbol Tarihinde “bir daha eşine rastlanmayan” ve belki de bir daha rastlanmayacak “bu” kararla “o yılın şampiyonluğu” ikiye bölünüyor; hem Modaspor’a, hem Galatasaray’a “şampiyonluk kupası” veriliyor!..

Birdenbire bu “tarihten bir yaprak” nereden de aklıma geldi; şu günlerde “etikten, ahlâktan o kadar çok söz edildi” ki, ben de “bir örnekle katkıda bulunayım” dedim; aslında epey örnekler var da; bu “basketboldan” olanı!..

Öcal ULUÇ-Türkiye Gazetesi

19 Nisan 2010 Pazartesi

FENERBAHÇELİ OĞUZ SARVAN


Oğuz Sarvan’ın Fenerbahçe taraftarı olduğunu herkes biliyor. Yakın zamanda ailesi Fenerium’da alışveriş yaparken görüntüleri çekildi. Kızı biz ailece hasta Fenerbahçe’liyiz şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.

Bir dönem MHK Başkanlığı yapan Ahmet Güvener de Galatasaray’lıydı. Benim nacizane düşüncem bunlar o kadar da önemli konular değil. Sonuçta hakemlerimiz yetersiz. Evet korkaklar, yetersizler futboldan anlamıyorlar vesaire. Ama MHK Başkanının Fenerbahçe’li olması benim öncelikli konum değildir. Mustafa Denizli Galatasaray teknik direktörü iken bir Fenerbahçe galibiyeti sonrası ‘Feneri’i de yendik, hakemi de yendik, seyirciyi de yendik’ demişti yıllar önce.

Televole zamanlarında Oğuz Sarvan’ın evinde Fenerbahçe bayrakları olduğunu, hakemliği döneminde bizi nasıl katlettiğini de gördü bu gözler. Kesinlikle bu makamı hak etmemektedir. Gitsin maraton tribünde Fenerbahçe maçlarını izlesin. Daha birçok şey var yazacak ama takımın başarısız olduğu günlerde federasyona ve hakemlere sallama hatasına Kupa Bizim düşmeyecek.

18 Nisan 2010 Pazar

AĞLAMAK


2005-2006 sezonu böyle bitti


2009-2010 sezonu


Bakalım nasıl bitecek.

FORMA KUTSALDIR


Ne deriz bizler taraftar olarak. Bizimkisi renk aşkı forma aşkı.

Her takımla özdeşleşmiş formalar vardır. Galatasaray parçalı forma, Fenerbahçe çubuklu, Beşiktaş beyaz forma siyah şort. Eski maç görüntülerine bakınca hemen göze çarpar bu formalar. Yeni maç görüntülerinde ise pek rastlayamıyoruz bu formalara.

Derbilerde Fenerbahçe her zaman çubuklu forma beyaz şort tercihini yapmaktadır. Galatasaray ise son dönemdeki taraftar baskısı ile derbilerde parçalı forma beyaz şort giymeye başladı. Beşiktaş ise beyaz forma siyah şort kombinasyonunu rafa kaldırmıştı ki geçen yıl İnönü'de oynanan Galatasaray maçında bu kombinasyonu tekrar gördük. Forma takıntısı olan bir futbolsever olarak memnun oldum.

Eski maç fotoğraflarına göz atalım;



Bakalım akşam derbiye iki takım da hangi formalarla çıkacak. Tahminim Fenerbahçe çubuklu forma ile çıkacaktır. Bunun için iddiaya bile girerim. Peki Beşiktaş da taraftarının beklentisini karşılayabilecek mi?

Buradan kardeş blogumuz GS Formaları'na da bir selam gönderelim.

GALATASARAY RUHUNU ARIYOR


Ne zaman ki işler iyi gitmeye başlasın hemen 2000 ruhu yazıları çıkar piyasaya. O dönemin oyuncuları ile şimdiki oyuncular kıyaslanır. Birileri yeni Popescu olur birileri yeni Hagi saçma sapan karşılaştırmalar yapılır.

Bu sezon da takım iyi bir başlangıç yapınca 2000 model Galatasaray ile 2009 model Galatasaray maç yapsa kim kazanır yazıları yazılmış bir de ciddi ciddi anketler vesaire düzenlenmişti.

İki yıldır da yeni bir ruh gazıdır gidiyor. 2008 şampiyonluğunda, son altı haftaya Cevat Hoca yönetiminde girmiş altıda altı yaparak şampiyonluğa ulaşmıştık. O yıl Uğur Boral'ın şutu içeri girse Fenerbahçe Şampiyonlar Liginde yarı finale yükseliyordu. İyi bir kadroya sahip olan Fenerbahçe'nin puan olarak gerisindeydik ve bütün maçlarımızı kazanmamız gerekiyordu. Maçlarımız birisi de Fenerbahçe ile Ali Sami Yen'deydi. Serinin ilk maçında Gençlerbirliği ile Ankara'da 19 Mayıs Stadının çamurlu zemininde oynamış Lincoln'un son dakika golü ile kazanmıştık. Arda'nın golü ile Trabzon, Nonda'nın golü ile Fenerbahçe maçlarını almış Sivas'a deplasmanda beş gol atmıştık. Hiç de kolay maçlar değildi. Şu fotoğrafın altına işte Galatasaray Ruhu başlıkları atıldı. Hatta bu fotoğraf ile bir t-shirt dizayn edilmiş Store'da piyasaya sürülmüştü.

Geçen yıl Bülent Kaptan'ın göreve gelmesiyle yine aynı başarıyı yakalayabilir miyiz diye düşünmedik değil. Ama olmadı. Bu yıl da kalan maçları kazanıp şampiyon olma hayalleri kuranlarımızın sayısı hiç de az değil. Sivasspor'dan son dakika golünü yemeseydik şu an Bursaspor ile aramızda 3 puan olacaktı ve altıda altı yapmak bizi yine şampiyonluğa taşıyacaktı.

Şimdi işimiz çok zor. Ayrıca kalan maçların hepsini kazanabilecek miyiz? 2008 ruhunu geri getirebilir miyiz? O dönem kaptan Hakan Şükür önderliğinde kenetlenmiş bir takım (Lincoln haricinde) vardı. Yönetim futbolcu taraftar şampiyonsun Galatasaray. Bugün çok farklı bir noktadayız. Yönetim taraftarın protestosuna haklı diyor keza Rijkaard da. Fubolcular kırgın. Taraftar ikiye bölünmüş durumda. Yabancılar yerliler yine karşı karşıya. Bu kaostan çıkabilir mi Galatasaray?

2008 yılındaki kenetlenme olsaydı bugün çok farklı şeyler konuşuluyor olabilirdi. 'Neden Diyarbakır maçında gol atınca yedek kulübesinde sevinerek takım olduğunuzu hatırladınız Fenrbahçe maçında neredeydiniz' diye soruyor taraftar. Bu şartlarda Bursaspor maçını kazanabilir miyiz? Kazanabiliriz. Ama iş bizim kazanmamızla bitmiyor bu kez. Şayet Beşiktaş son haftaya bir umutla girerse Bursaspor'a yenilmeyecektir. Bu kez de 2006 ruhu:) ve Bursa'dan gol haberi geliyor. Neden olmasın?

17 Nisan 2010 Cumartesi

SERDAR ÖZKAN GALATASARAY'DA


Dün sabah bir mail aldım. Mailde ‘Serdar Özkan ile anlaşmışsınız hayırlı olsun’ yazıyordu. O kadar yoğundum ki telefon açıp doğrulatacak zamanım bile yoktu. Akşam işlerim biraz hafifleyince baktım ki her yerde Serdar Özkan ile anlaştığımız yazıyor. İki görüş var.

Birincisi;
Serdar Özkan haberlerine sinirlenmekten ziyade çok üzüldüm. BJK ile alay ediliyordu Fenerbahçe'nin eskicisi diye, şimdi biz o duruma düştük.Serdar iyi futbolcu olabilir,ama bu güne kadar oynadığı takıma ne verdi? Deniyor ki tek eksiği son vuruşu. Keşke eksiği sadece bu olsaydı. Serdar devamlılğı olmayan, çağdaş futbolda gerekli olan bazı özelliklerden yoksun. Bizim hedeflerimiz daha yüksek olmalı. Geçen sene Gökhan Zan fiyaskosundan ders alamamışız demek. Bazı arkadaşlar beğeniyormuş Serdarı. Peki neden BJK gibi takımda sürekli yer almadı.Yoksa Serdar Real Madrid veya Barça’dan mı geliyor. Beşiktaş’a faydası olmayan futbolcunun bize nasıl faydası olur bir fikriniz var mı? Burası Galatasaray, alelade Anadolu takımı değil, Serdar ancak bir Anadolu takımında yıldız olur. Ama bazı kardeşlerimiz Serdarı bize layık görüyor ya ona yanarım. Bizim taraftarın zevki o kadar mı düştü. Son 7-8 yıldır bonservissiz veya düşüşte olan futbolculara yönelmemiz beni üzüyor. GS bu olmamalı. Florya düşüşte olan, bitmiş futbolcuların rehabilitasyon merkezi mi?

Şimdi bazı arkadaşlara göre Serdar bir alternatifmiş, rotasyon falan. Ne rotasyonu? Sağda Keita var,şimdi Ali Turan gelince Sabri de orada iş yapar,hatta Barış. Peki solda Kewell var,Gio var,burası zaten Arda nın yeri,hiç olmadı Emre Çolak var. Ee bu durumda nerede rotasyona gidecek Serdar, kime alternatif olacak. Biz neden kendi çocuklarımıza sahip çıkmıyoruz? Madem Serdara şans tanıyacaksın bu şansı Emre Çolak’a tanı. Serdar Özkan olmuş 24 yaşında bundan sonra ne kadar geliştirir kendini, yok son vuruş, yok bilmem ne. Daha 19 olan Emre Çolak ondan çok daha gelişmeye müsait biri. Neden kendi oyuncularımıza sahip çıkmıyoruz. Aldık JO yu eee ne oldu? Onun yerine Cem Sultana şans tanısaydık o da iyi kötü bu kadar maçta 1-2 gol atardı. Madem Serdara ihtiyaç var neden Aydın gönderildi? Serdar Aydın’dan daha mı iyi? Ha mesele Arda’nın arkadaşı olması ise o daha vahim o zaman torpilcilik,ahbap çavuş ilişkileri demektir. O zaman diğer oyuncular da dayıoğlu,amca oğlu veya mahalleden arkadaş diye sağdan soldan futbolcu getirsinler. Bir dünya kulübünde, profesyonel kulüpte böyle şeyler olur mu?

İkincisi;

Gelecek sezon Kewell ile sözleşme yenilenmemesi ve Arda'nın satışı gibi bir durum olacaksa Serdar Özkan transferi mantıklı olur. Solda Gio (yedeği Caner), sağda Keita (yedeği Serdar) gibi bir durum oluşur ki; zaten Gio ve Caner için toplamda 10M EUR'a yakın bir para ödeneceğinden bedavaya bir alternatif transfer etmiş oluruz. Kaldı ki, Serdar'ın bireysel yeteneği bence üst düzeyde. Takım oyunu ve bitirici hamlenin gerçekleştirilmesi yönünden eksiklerini ise Sabri'nin eski haline çok benzetiyorum. Rijkaard Sabri'ye yaptığını Serdar'a da yapabilirse, kendini geliştirip çok olumlu işler yapabilir takım adına. Bu "istemezük" anlayışını da hakikaten anlamak mümkün değil. Sanki ülkemiz her mevkii de yetenekli onlarca Türk genci barındırıyor da, Fener-BJK'dan kim gündeme gelse -aman o olmasın, aman bu gelmesin- diye başlıyor birçokları. Bugün Galatasaray'da oynamak üzere alabileceğiniz Türk oyuncu dördü beşi geçmez. Onların da fiyatı en aşağı 5M EUR'dan başlar. O zaman sormazlar mı adama, peki kardeşim Caner olmasın, Serdar olmasın, Semih hiç olmasın eee kim olsun? 11 yabancı ile çıkamayacağımıza göre, büyük takım, milli takım tecrübesi almış belirli yetenekteki alternatif Türk futbolcuların, üstelik de bedava, takıma kazandırılmasının gayet doğru ve mantıklı bir hamle olduğunu düşünüyor, destekliyorum. Serdar alınırsa Üstünel balondur gibi bir yaklaşım da var ki buna ne denir bilemiyorum, kelimeler kifayetsiz kalıyor. Sürer gider…

Transfere farklı bir açıdan bakmaya çalışalım. Birincisi bonservisi elinde olan futbolcu transferlerinde ne kadar başarılı olduk ona göz atalım. İkincisi büyük takımlar arası transferlerin verimliliği nasıl olmuş.

Öncelikle son dönemde aldığımız oyuncularda iki farklı strateji göze çarpıyor. Birincisi henüz 30 yaşın altında bonservisi olan ama elden çıkarırsak zarar etmeyeceğimiz hatta kar elde edebileceğimiz oyuncular. Örneğin Baros,Keita,Elano transferleri.

İkincisi sezon sonu sözleşmesi bitmiş sıfır bonservisle transfer ettiğimiz oyuncular. Kewell, Leo Franco, Ali Turan, Gökhan Zan, Mustafa Sarp gibi.

Serdar Özkan ikinci kategoriye girdiği için oradan devam edelim.

1)Harry Kewell: Sözleşmesi bittiği için bonservis ödemeden transfer ettik. Çok faydalı olduğunu söylemeye gerek yok. Unutulmayanlar arasına şimdiden girdi bile. Bir futbolcudan ötesi. Ama sürekli sakatlanması takımı olumsuz etkiledi. Özellikle ikinci yarı Kewell olsaydı durumumuz çok farklı olabilirdi. Bize ligde kazandıracağı beş puan haftaya bizi lider yapabilirdi. Sonuçta bu riskler göz önünde bulundurularak yapılmış bir transferdi.
2)Mustafa Sarp : Sıfır bonservisle transfer ettik. Sezon başında nispeten zayıf ekiplerle yaptığımız maçlarda iyi bir performans gösterdi ama ikinci yarı zorlu maçlarda bir faydasını göremedik. Ona kızmamak lazım. Yetenekleri kısıtlı bir oyuncu. Daha fazlasını beklemek biraz iyimserlik olurdu. Barış, Ayhan, M.Topal, Linderoth gibi alternatiflerin olduğu bölgeye yapılan transfer takıma bir katkı sağlamadı. Rijkaard da sürekli o bölgede arayışta oldu ama bir türlü istediği performansı gösteremedi bu futbolcular. Keşke sezon başında Marco alınsaydı.
3)Gökhan Zan: Bir grup çok eleştirdi. Bir grup ise ikinci Servet olur diye bekledi. Ne Gökhan Zan’dan bir şey oldu ne de Servet eski Servet. Rijkaard bugün savunmada Neill-H.Balta ikilisini oynatacak. Sezon bitti hala tandemi oturtamadık.
4)Leo Franco : A.Madrid sezon sonu serbest kalacak 32 yaşındaki Arjantinlinin sözleşmesini uzatmayıp yerine genç bir kaleci transfer etti. Onlarla oynadığımız maçlarda kalecilerini gördük. Harikaydı. Leo’yu da bize bıraktılar. Keybettik.

Genel değerlendirmede ikinci kategoriye giren transferlerde başarısız olduğumuz sonucu çıkıyor.

İkinci analiz konumuz olan büyük takımlar arası transferler ise genellikle hayalkırıklığı ile sonuçlanmıştır. Hemen Revivo, Baliç, Hasan Vezir, Tanju, Semih, Fatih Akyel transferlerini sayabiliriz. Diğer taraftan Yusuf ve Servet Anadolu deneyimleri sonrası bir başarı yakalamışlardır. Onlar da ikinci sezonlarında düşüşe geçtiler. Başarılı transferlere Engin, Rüştü, Emre B., Tayfur örnek verilebilir.

Sonuçta Serdar Özkan’ın başarılı olup olamayacağı konusunda bu verilerle bir yorum yapmak zor. Sabri’nin Rijkaard’ın elinde gösterdiği gelişimi Serdar da gösterebilir mi? Hep beraber göreceğiz.

14 Nisan 2010 Çarşamba

UNUTULMAZ GAZETE MANŞETLERİ : RÜŞTÜ'YÜ KİM DÖVDÜ


Öncelikle Pazar günü yaşananlardan dolayı ne kadar üzgün olduğumu belirtmem lazım. Tribünlerin yakıldığı, sahaya yabancı maddelerin yağdığı, tribünlere polisin girdiği, polisin de taraftarın da dayak yediği, kapalıya gaz bombası atıldığı O gün bile Pazar günü yaşananlar kadar çirkin değildi. Yazacak çok şey var ama sayfalarca yazı yazsak bir işe yaramayacak.

Bu konuyu irdelemeden tarihe kara bir leke olarak geçmiş Rüştü'nün ki o dönem takım kaptanıydı dayak yediği görüntüleri hatırlıyoruz. Ne kadar üzülmüştük. Aziz Yıldırım'ın talimatıyla Rüştü'yü döven taraftarların daha sonraki maçlarda özel görevli kartlarıyla stad içinde gezindiğini de biliyoruz. Rüştü bu olaya rağmen Fenerbahçe forması giymeye devam etti. Barcelona'ya gitti ama yine geri geldi. Fenerbahçe'li olduğunu herkes anladı. Ama onu dövenler ve emri verenler de Fenerbahçe'liydi değil mi?

Daha önceki yazılarımda sezon sonunda bazı futbolcuların Ali Sami Yen'de ıslıklanacağını, gidişatın bunu gösterdiğini belirtmiştim. Ne yazık ki haklı çıktım. Çok üzüldüm. Yönetimden taraftara, futbolculardan teknik ekibe kadar herkesin bir özeleştiri yapması gerekiyor.

Diğer Unutulmaz Gazete Başlıkları yazıları için linki tıklayın.

12 Nisan 2010 Pazartesi

DÜNYA KUPASI ANILARI 12


Dünya Kupası turnuvası başlamadan önce gazeteler turnuvaya katılan takımları anlatan kitapçıklar dağıtırdı. Eski zamanlarda internet olmadığı için dış dünya ile bağımız TRT'nin efsane spor programı 'Spor Stüdyosu' ve gazeteler ile sağlanıyordu.

Turnuva öncesi hazırlanan bu kitapçıklarda takımların kadroları, turnuvaya nasıl geldikleri, oyun sistemleri vs. yer alırdı. Bir de her takımın en iyi oyuncusu (genellikle 10 Numarası) büyük bir fotoğraf eşliğinde anlatılırdı. Mesela İtalya 90 öncesi Brezilya Milli Takımının tanıtıldığı sayfada büyük bir Careca fotoğrafı vardı, ABD 1994'ten önce İtalya sayfasında Roberto Baggio.

Peki bu futbolcuyu hatırlayabilecek misiniz?


Şu kadarını söyleyim Avusturya denince aklıma ilk gelen isim. 1990 ve 1998 Dünya Kupalarında yer aldı.
Oynadığı takımlar çok büyük takımlar değil ama kendisi büyük futbolcuydu.
1982–1987 FK Austria Wien
1987–1988 Torino
1988–1991 Sevilla FC
1991–1992 CD Logroñés
1992–1993 Rayo Vallecano
1993–1998 1. FC Köln
1998–1999 Borussia Mönchengladbach
2000 Austria Salzburg
Toplam 546 maçta 307 gol atmış.

11 Nisan 2010 Pazar

BARCELONA EKOLÜ KAZANDI


Blog okuyucuları benim Barcelona sempatimi bilirler. Avrupa Şampiyonasında Hollanda, Dünya Kupasında Arjantin taraftarı olduğumu, Maradona hayranlığımı bilmeyen yok. Dün sabah Şirketler Liginde Finansbank ile açılış maçını oynadıktan sonra takım içinde El Clasico konuşulmaya başlandı. İlginç bir şekilde Real Madrid sempatizanlarının da olduğunu gördüm. Daha çok 1980 sonrası kuşağın Real Madrid hayranlığı vardır. Buna şaşırmamak lazım. Biraz da ülke olarak geçirdiğimiz hızlı dönüşüm ve kültürel yozlaşmanın da etkisi ile o bildiğimiz ‘ezilenin yanında olmak’ felsefesi yerini daha çok ‘kazananın yanında olmaya’ doğru yön değiştirirken Kral’ın takımının da popülaritesi artmıştır. Eskilere bakarsak bir Liverpool taraftar kitlesi vardır. Çünkü Liverpool liman işçilerinin takımıdır. Bugün sokaklarda Chelsea formalı gençler görüyoruz. Bu gidişle semt taraftarlığı, şehir taraftarlığı kavramlar da tarih sayfalarındaki yerini alacaktır.

Barcelona akademisiyle, futbolcusuyla, teknik adamları ve taraftarıyla çok farklı bir organizasyon. Sahaya çıkan onbire baktığımız zaman iki takım arasındaki farklar hemen ortaya çıkıyor.
Barcelona : Valdes (28) ,Pique(23), Milito(29), Puyol(31), Maxwell(28), Keita(30), Busquets(21), Xavi(30), Alves(26), Pedro(22), Messi(22)

Real Madrid: Casillas((28), Albiol(24), Garay(23), Ramos(24), Arbeloa(27), Alonso(28), Gago(24), Marcelo(21), Van Der Vaart(27), Higuain(22), Ronaldo(25)

Barcelona’nın yaş ortalaması 26 iken Real Madrid’in 24. Barcelona’nın ilk onbirinde yalnızca 4 yabancı futbolcu bulunuyor. Eski zamanlardaki gibi yabancı sınırlaması kuralı devam etse Barcelona bundan etkilenmeyecek. Real Madrid takımında ise yalnızca 5 İspanyol var. Takımın yarıdan fazlası yabancı futbolculardan oluşuyor. Diğer bir fark Barcelona’nın süper yıldızı Messi 13 yaşında akademiye katılmış ve Barcelona ekolü ile yoğrulmuş iken Real Madrid’in süperstarı Ronaldo, Lisbon ekibinde çıkış yapmış daha sonra Manchester United’te kariyerine devam etmiş ve geçen yaz dünyanın en pahalı futbolcusu ünvanı ile Real Madrid’e yılın transferini gerçekleştirmiştir. Barcelona özkaynaklarından beslenirken Real Madrid Avrupa futbolunun flaş oyuncularını yüksek bonservislerle kadrosuna katmıştır.


Barcelona bir ekoldür. Altyapısında A takımın oyun felsefesi öğretilir. Bu yüzden akademiden mezun olan 17 yaşındaki sivilceli çocuk Nou Camp çimlerine ayak bastığında uyum sorunu yaşamaz. Bir ihtiyaç olduğunda B takım sol bekini alıp doğrudan A takımda oynatabilirsiniz. Madrid ekibi dünyanın en pahalı oyuncu transferini gerçekleştirirken Barcelona Arjantin’den 13 yaşındaki Messi’yi bulur ve akademide yetiştirerek dünyanın en iyi oyuncusu yapar. Ronaldo gol attıktan sonra karın kaslarını gösterirken Messi yılın futbolcusu ödülünü aldıktan sonra takım arkadaşlarına teşekkür eder. İki takım arasındaki fark yalnızca 11 futbolcu arasındaki yetenek farkı değildir. Real Madrid kolejde okuyan zengin çocuklarının tuttuğu takım iken Barcelona bizim gibi burslu öğrencilerin takımıdır.

Bir futbol takımına verilebilecek en ağır ceza Barcelona ile oynamaktır. Dün de Real Madrid bu cezaya çarptırıldı. Yapacak fazla da bir şeyleri yoktu. Barcelona pas futbolunun zirvesine çıkmış komple bir takım olarak Madrid deplasmanından iki gollü galibiyetle döndü. Real Madrid ne kadar transfer yaparsa yapsın bu Barcelona ile yarışması için zamana ihtiyacı var. Bu kez daha genç bir takım oluşturdular. 30 yaş üzeri yıldızlar yok takımda. Real Madrid 2000’li yılların başlarına göre daha genç ve başarıya aç bir takım. Bence başarılı da olacaklardır. Gelecek yıl eğer bu takımı bozma gibi bir hataya düşmezlerse hem Şampiyonlar Liginde hem de La Liga’da daha başarılı olacakları muhakkak. Barcelona’yı izlemek keyifliydi. Real Madrid ne kadar uğraştıysa da olmadı.

Barcelona’lı futbolcular değişik zamanlarda Real Madrid’e transfer olsalardı ve Real Madrid’li futbolcular Barcelona altyapısında yetişseydi bu durumda ne olurdu? Bence yine Barcelona kazanırdı. Çünkü ortada iki ekolün karşılaşması vardı. Şimdi Xavi ile Messi Real Madrid’te olsaydı bu performanslarını gösterebilirler miydi? Mesele sadece oyuncu kaliteleri değil. Mesele bir ekole sahip olmak, takım olmak ve aynı mantaliteyle sahada mücadele etmek. Bu yüzden Barcelona kazandı.

9 Nisan 2010 Cuma

GALATASARAY'IN SORUNU : SİSTEMSİZLİK


2,5 ay önce Jo, Atatürk Havalimanına inerken kinayeli bir biçimde ‘Yeter Haldun Üstünel Yeter’ tezahüratlarını yapan taraftar bugün gazetelerde Haldun Üstünel ile ilgili çok farklı yorumlar okuyor. Ben de bir taraftar olarak baktığım zaman üzülüyorum. Sen gece gündüz çabala Jo, Giovani, Neill, Elano, Keita, Kewell, Baros transferlerini gerçekleştir sonra da bu şekilde eleştiriye maruz kal. Dünya Kupasında oynayacak ve bunun için kendisini yeniden kanıtlamak zorunda olan futbolcuları düşük maliyetle transfer etti. Ayrıca bu transferlerin kulübe maliyeti de bir Guiza (14 M Euro) kadar değildir.

Bu blogda daha önce Haldun Üstünel’in yaptıklarını öven yazılar yazdım. Yazılara buradan ve şuradan ulaşabilirsiniz. Şimdi tükürdüğümü yalamamak için bunları yazmıyorum. Aksine daha objektif bir bakış ile olanları yorumlamaya çalışacağım.

Bugün Galatasaray’ın içinde bulunduğu durum Haldun Üstünel’in yanlış transferleri değil bir sistemsizliğin sonucudur. Nedir Galatasaray’ın transfer politikası? Transfer komitesinde kimler var? Genç takımların turnuvalarını izlemeye giden bir ekip var mı? Anadolu takımlarını ikinci üçüncü ligleri takip eden kimse?

Avrupa’da bu işler nasıl yürütülüyor diye başlarsak daha doğru bir start olur. Arsenal örneğinde görüyoruz ki birçok siyahi genç oyuncu, adaptasyon sürecinden geçirilerek mücadelenin üst düzey olduğu Premier League’te başarıyla oynuyor. Barcelona denince akla altyapı geliyor. Altyapıdan çıkan oyunculardan kurulu takım, Arjantinli Messi’yi daha çocuk yaşta akademide eğiterek 10 Numara Messi haline getiriyor. Real Madrid bizim için benchmark olamaz. Fransız ekipleri de aynı şekilde Afrika kökenli oyuncuları buluyor ve onları Chelsea, Real Madrid gibi paralı kulüplere satarak hayatlarını idame ettiriyorlar.

Galatasaray örneğinde ise uzun vadeli planlar yapacak bir organizasyon bulunmuyor. Barcelona’nın Cruyff’u var. Teknik direktörün kim olacağına kadar başkanın danışabildiği bir isim. Galatasaray’da ise Adnan Polat bir sezon Kalli’yi getirirken takımın başına (1992-1993 ve 2007-2008) bir sezon Saftig (1994-1995) bir sezon Souness (1995-1996) bir sezon Skibbe (2008-2009) bir sezon Rijkaard (2009-2010). İstikrarsızlık çok fazla teknik direktör değiştirilmesinde değil yalnızca. Bunun yanında birbirinden çok farklı teknik adamların transfer edildiğini görüyoruz. İngiliz’den kariyerli Alman hocaya, Hollandalı’dan çaylak Alman hocalara kadar farklı farklı teknik adamlar ile çalışılmış.

Avrupa kulüplerinde bir organizasyon göze çarpıyor. Arsenal’da Arsen Wenger, Manchester United’ta Alex Ferguson, Barcelona’da Hollanda ekolü (Cruyff’un gölgesinde). Takımların scout ekipleri var. Dünyanın en zengin kulüpleri, piyasası olan oyuncu transfer etmek için değil daha genç yaşta olan ve gelecek vaad eden oyuncular için organizasyon oluşturmuş. Transfer edilen oyuncular adaptasyon sürecinden geçiriliyor. Altyapılarda her şeyi öğrenen futbolcu 17 yaşında A takıma çıkıp rahatlıkla oynayabiliyor. Ülkemizde ise 22 yaşındaki oyuncu ‘genç’ olarak nitelendiriliyor. Anadolu takımlarında deneyim kazanması için kiralık olarak gönderiliyor. Arda, bir röportajında diyor ki ‘bizlere altyapıda 4-4-2 nasıl oynanır, sahada nerede durulur öğretilmedi, ben bunları Milli Takım’da öğrendim, Benzema ise 14 yaşında öğrenmeye başlıyor’. Yerli oyuncularımızın ciddi eksiklikleri var ve buna rağmen motivasyon ile işleri idare etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden Dünya Kupasında üçüncü olduktan sonra 6 yıl ortada yokuz, Avrupa üçüncüsü oluyoruz ve yine kaybolduk.

Türkiye’de sportif direktörlük sistemi uygulanmaya çalışıldı sezon başında. Aykut Kocaman Fenerbahçe’ye, Ünal Karaman ise Trabzonspor’da göreve başladı. Şimdi ne durumdalar? Aykut sezon bitsin diye gün sayıyor, Ünal ise Şenol Güneş’in yardımcısı! Bu kadar dayanabildiler.

Galatasaray’da kulübün geleceğine yön verecek, teknik direktör ve futbolcu transferini gerçekleştirecek bir kişi olabilir mi? Adnan Sezgin varken olamaz. O zaman mecburen kurumsallaşma. Artık eski sistem ile kulüp yönetimi devri bitti. Bunu görmemiz lazım. Galatasaray 10 M Dolar bütçeli bir kulüp değil artık. Yeni stad ile birlikte gelirleri artacak olan kulüp, daha kurumsal bir organizasyon ile idare edilmelidir. Başkan ve Haldun Üstünel futbol ile idari olarak ilgilenmeliler. Adına ister danışman, ister menajer ister sportif direktör desinler önemli olan görev tanımıdır. Mesela Hagi. Galatasaray’ın Cruyff’u olamaz mı? Belki de olamaz ama biz Hagi örneği üzerinden gidelim. Eğer Hagi olsaydı UEFA maçlarına geçen yıl stopersiz bu yıl forvetsiz çıkar mıydık? Neill sezon başında transfer edilmez miydi? Hagi, Rijkaard ile konuşur ve diyelim ki defansif bir orta saha oyuncusu transferinde anlaşılır. İsimler masaya yatırılır. Örnek ilk tercih Gago, ikinci tercih Diarra, üçüncü tercih Aurelio. Haldun Üstünel bu noktadan sonra devreye girer ve büyük ihtimalle ilk tercih olan oyuncuya koluna takıp gelir. Biz de Atatürk Havalimanında ‘yeter Haldun Üstünel yeter’ diye bağırırız. Rijkaard bu ülkeden bir gün gidecek. O zaman kimlere teklif götürüleceği (örneğin Koeman,Van Basten,Advocaat) şimdiden Hagi’nin kafasında olur. O isimlerle teması olur. Organizasyonlarda sohbetler edilir, fikir alışverişinde bulunulur. Gelecek sezon orta sahaya oyunun iki yönünü oynayabilen iki futbolcu transfer edilmeli. Bu transferler için Rijkaard düşünmemeli. Rijkaard’ın konsantre olması gereken bir maraton var. Bu isimler için Hagi ile Haldun Üstünel görüşmeli ve şimdiden bu isimler belli olmalıdır. Ne Rijkaard’ın bilgisi dışında ne de sadece Rijkaard’ın kontrolünde bir model. Anlatabildiğimi sanıyorum.

Fatih Terim modeli artık tedavülden kalkmıştır. ‘Transferleri de ben yaparım, oyuncularla da ben konuşurum, hem taktik veririm hem kondisyon, kamp yerini de formaları da ben ayarlarım’ devri artık bitmiştir. Fatih Terim Galatasaray için çok emek vermiş gelmiş geçmiş en başarılı teknik adamdır. Kendisine büyük saygım vardır. Belki de 15 yıl sonra Galatasaray’ın Cruyff’u olur.

Bugün yaşadığımız sorunları Avrupa’daki futbol organizasyonları çerçevesinde değerlendirmeye çalıştım. Mutlaka eleştirilecek ve eklenecek noktalar vardır.

Saygılarımla

8 Nisan 2010 Perşembe

NOSTALJİ : HALEF & SELEF


Engin İpekoğlu 1989-1991 yıllarında Beşiktaş kalesini korurken Tony Schumacher 1988-1991 yılları arasında Fenerbahçe formasını giydi. Schumacher futbolu bıraktıktan sonra Engin Fenerbahçe'ye transfer olmuş ve kaleyi devralmıştı. Fotoğraf Fenrbahçe-Beşiktş maçı öncesi çekilmiş. Halef & Selef. Bu arada Schumacher'in Almanya Milli Takımı forması ile bir Avrupa Şampiyonluğu iki de Dünya Kupası ikinciliği yaşadığını biliyor muydunuz?

Diğer nostalji başlıklı yazılar için linki tıklayınız.

7 Nisan 2010 Çarşamba

ASLANTEPE PART IV


Yeni bir başlığımız oldu geçtiğimiz günlerde. Aslantepe. Aslında aslantepe.biz gibi bu inşaatı en başından beri izleyen bir site varken Kupa Bizim niye bu işe girişti diye düşünebilirsiniz. Bizim amacımız aslantepe.biz sitesine girip son fotoğraflara bakmak için çaba harcayacak arkadaşlara yardımcı olarak en güzel fotoları buraya koymak ve bir arşiv oluşturmak.

Aslantepe fotoları burada diye bir iddiamız yok. Fotoğraflar bu sitelerden alınıyor. Esas amaç bir arşiv meydana getirmek. Bunun için ilk fotoğraflardan itibaren bir seri oluşturmaya başladık.

Son fotoğraf inanılmaz. Tarih 05.04.2010

Aslantepe başlıklı diğer yazılar için linki tıklayın.

22 Mart 2008




19 Nisan 2008



6 Nisan 2010 Salı

SİVAS - GALATASARAY : MAÇ ÖZETİ


Maça Aykut – Hakan Balta,Servet,Neill,Sabri – M.Topal – Ayhan,M.Sarp,Barış,Giovani - Keita ile başladığımızı görünce şok olduk. Sezon başında Arda, Keita, Baros, Kewell gibi 4 hücumcu ile oynarken bugün 2 tane yaratıcı oyuncu ile başladık. 4-3-3 değil Anadolu takımları gibi 4-1-4-1 dizilişi ile oynuyorduk. İnanılır gibi değil. Birbirinin alternatifi olan dört oyuncu da aynı anda sahadaydı.

Son dört maçta tek galibiyet aldık. En son deplasman galibiyetimizi de Denizli’de aldığımız göz önünde bulundurulduğunda bu maçın da son derece sıkıntılı geçeceği düşüncesindeydik. Maçtan önceki tahminlerimizin aksine maça iyi başlamamıza rağmen Barış ile golü bulduk. Bundan sonra oyununun kontrolü bizde olacak beklentisindeydik. Ama Sivasspor Musa ile çok net bir pozisyon buldu. Aykut’un ayaklarına çarpan top kaleye girmedi. İlk yarı yine karşılıklı birkaç pozisyon oldu.

İkinci yarıda Keita ile topu mümkün olduğunca ileride tutmaya çalıştık. Pozisyonlar da bulduk. Küme düşmeme mücadelesi veren Sivasspor da pozisyonlar buldu. Beraberlik golünü bulamadılar. Biz de ikinci golü bulamadık. Burada Keita için ayrı bir parantez açmak istiyorum.

Keita fantastik bir oyuncu. Onu kontrol etmek için her pozisyonda en az iki kişi başında oluyor. Yine de kontrol altına almak mümkün değil. Bu özelliklerinin aksine son pas ve şutlarda etkisiz. İlk yarıda çok müsait pozisyonda M.Sarp’a pas atamadığı için mutlak golü kaçırdık. Yine ilk yarıda ceza sahasında buluştuğu topta Sabri’yi aratmayan bir şut çıkardı. Zaten son pas ve şut yeteneği de olsa buralara gelir miydi?

Oyunu Keita’nın çıktığı andan itibaren yeniden değerlendirmek lazım. Keita oyundan çıkınca ileride top tutamadık. Tam bir rezaletti. Jo sahada yoktu. Bir futbolcuyu bu kadar acımasız eleştirmek istemem ama ona atılan bütün toplar geri döndü. Defalarca ofsaytta kaldı. Keita çıktıktan sonra özellikle son 15 dakika oyun kendi yarı alanımızda oynanmaya başlandı. Golün geleceği belliydi ve geldi. Aykut, Leo’yu aratmayacak bir gol yedi.

Giovani çok çabaladı. Keita ile birlikte takımı ileri taşımaya çalıştı. Servet maç boyu dağınık oynadı. Sezon sonu başka takımla anlaşmış futbolcular gibi oynuyor. M.Topal, M.Sarp ve Barış’ın kapasitesi bu kadar. Onları eleştirmek yersiz olur. Ayhan ise yine etliye sütlüye karışmadı. H.Balta kesinlikle Caner’den daha iyi bir bek olduğunu gösterdi.

Maçtan önce de arkadaşlarıma bu son maç, bu maçta da puan kaybederiz sezon biter demiştim. Sezon bitti. Yeni sezonda kimse bize UEFA’da final masalı anlatmasın. Önce ligte şampiyon olup Şampiyonlar Ligine katılalım. Üç yıldır UEFA’da oynuyoruz. Onda da 4.turdan öteye gidemedik.

Geçen seneki filmi tekrar izledik. İlk yarıya iyi başlayan süper takım, ikinci yarının sonuna gelmeden hedefsiz kalmış bir takıma dönüştü. Özeleştiri yapması gerekenler gelecek yıl için daha sağlıklı kararlar verirler umarım.

Hepimize geçmiş olsun.

3 Nisan 2010 Cumartesi

RIJKAARD'IN FUTBOLCULARA YAKLAŞIMI

Bazen fotoğraflar çok şey anlatır. Frank ve iki Brezilyalı.


NOSTALJİ : CAPTAIN TSUBASA


Sabah televizyon kanalları arasında dolaşırken rastladım. Çocukluk dönemimizin efsane çizgi filmi Captain Tsubasa. Her hafta nasıl da beklerdik. Bazen topla rakip kaleye gitmesi bir bölüm alıyordu. Ama beklerdik işte.

Birçok küçüğün dünyanın yuvarlak olduğunu bu çizgi film ile öğrendiği söylenir. Tsubasa topla 7 km ilerledikten sonra kale direği yavaş yavaş görünmeye başlıyordu. Eeee ne de olsa dünya yuvarlak öyle değil mi?

Efsane kadroda kimler vardı. Tsubasa, kaleci Genzo Wakabayaşi, babası ressam olan Toro, hırçın çocuk Kojiro ve diğerleri. Aklınıza gelenleri paylaşırsanız sevinirim.

İşte video.

Nostalji başlıklı diğer yazılar için burayı tıklayın.

1 Nisan 2010 Perşembe

RIJKAARD'IN GALATASARAY'I


Blogumda sıkça bahsettiğim alisamiyen.net Galatasaray forumunda son açılan başlıklardan birinden etkilenerek yazıma başladım. Teknik ekipten ne bekliyoruz?

Geçtiğimiz Haziran ayında sayın başkanımız Adnan Polat, sezonu beşinci sırada tamamlayan takımın başına Rijkaard-Neskeens ikilisini getirdi. Bu hamle olağanüstüydü. Barcelona ile yaşadığı beş yıllık deneyimin ardından bir sezon dinlenen kıvırcık saçlı Surinamlı Atatürk Havaalanında göründüğünde hepimiz heyecanlandık.

Galatasaray’ın 1984’ten bu yana geçirdiği evrimi özetlersek 4 döneme ayırabiliriz. Derwall – Kalli – Terim ve hatırlamak istemediğimiz karanlık dönem. Karanlık dönem diye isimlendirmemin nedeni yaşanan şampiyonlukların oluşturulan bir sistem üzerinde değil de o dönemin koşulları içinde tek seferlik başarılar olarak yaşanmasıdır.

Derwall Türk Futbolunda bir devrim yapmıştı. Derwall’in çabalarıyla Piontek geldi ve Fatih Terim’i yetiştirdi. Kalli’nin oluşturduğu genç kadro ise yıllar sonra Terim ile Avrupa’nın zirvesine çıkıyordu. Sonra bir durgunluk dönemi başladı. O dönemi hiçbirimiz hatırlamak bile istemiyoruz.

Ve Rijkaard-Neeskens ikilisi. Galatasaray yine bir devrimin arifesindeydi. Artık marka bir teknik ekibimiz vardı total futbol oynanacaktı bu topraklar üzerinde ve kaos futboluna bir daha dönmemek üzere elveda diyecektik.

Sezona sabır yeminleriyle başladık. Ne olursa olsun bu ekibe destek vereceğimize söz verdik. Derwall’in ilk yılında ligi kaçıncı bitirdik? Fenerbahçe’nin kaç puan gerisindeydik. O dönem taraftar idmanı basıp Derwall’i taşlamıştı. Olanlar arşivlerde mevcut ayrıntıya girmeyeceğim. Ya Terim dönemi. O zaman Faruk Süren hocaya sahip çıkmasa durumumuz çok farklı olurdu. Bütün bu deneyimleri yaşamış bir taraftar grubu olarak takım kötü gitse de aynı hataları yapmayacaktık. Bugüne kadar da yapmadık.

Son Fenerbahçe mağlubiyeti ile şampiyonluk şansımız azaldı. Avrupa ve Türkiye Kupasında zaten erken havlu attık, bu yılı sportif açıdan başarısız olarak tamamlayacağız. Peki oynadığımız futbol? İki pas yapamayan bir orta saha, topla çıkmaya çalışırken sürekli gol yiyen bir savunma, kalecisiz geçirdiğimiz koca bir yıl. Daha sayabileceğimiz bir çok olumsuzluk var yılın son haftalarında. Geçen yıla göre ne oynanan oyun olarak ne de sportif başarı olarak bir adım ileri gidemedik.

Sezon sonu yapacağımız değerlendirmeyi bu nedenlerden dolayı erkene aldık. Rijkaard’ın Galatasaray’ı bu sezon ne yaptı. Rijkaard Galatasaray’a devrim yapmaya gelmişti. Total Futbol diye adlandırılan felsefeyi takıma yerleştirmekti amacı. Barcelona ile oynadığı oyunu oynatmaya çalışıyor. Öncelikle Galatasaray bu sisteme uygun bir kadroya sahip değil. ‘Neden hala ısrar ediyor, dön 4-4-2’ye, çift santraforlu sisteme, yeniden kaos futbolu, şişir topları Jo ile Baros’a, Jo vuramazsa Baros vurur ondan sekerse Keita topu içeri atar’. Evet, son dönemde bu eleştirileri sıkça duymaya başladık. Ama ısrarla Surinamlı 4-3-3 oynatmaya devam ediyor.

Benim nacizane görüşüm savunmadan başlarsak Rijkaard savunma blogunun bu sistem için yeterli olmadığını düşünüyor. Servet’in paslarındaki isabetsizlik oranı Frank’in saçlarında bir tutam daha beyaz meydana getirdi. Neyse ki devre arasında alınan ve her yazımda hayranlıkla bahsettiğim Lucas yüzümüzü güldürdü biraz. Sabri ise Frank’ın gözdesi. Caner maalesef bekleneni veremedi.

Hoca, orta sahada oynayacak üçlü için elindekilerin yeterli olmadığının farkında. Bu yüzden orta sahada Barış, Ayhan, M.Topal, Elano, Arda, M.Sarp, Linderoth hepsini denedi. Bir türlü olmuyor. Bu sistemi oynaması için orta sahada oyunun iki yönünü oynayabilecek oyunculara ihtiyaç var. Elimizde bunu yapabilecek bir tek Elano var. Onun da yanına M.Topal gibi M.Sarp gibi pas yüzdesi düşük, topu alınca ellerini iki yana açıp ne yapacağım şimdi diye şaşıran iki oyuncu verince Brezilyalı kendi performansını ortaya koyamıyor. Bu sisteme uygun bu ligde iki oyuncu var. Birisi Emre B. diğeri ise Ernst.

Hücum kısmına gelince bu sezon nispeten daha kolay olan bazı maçlarda gördüğümüz hücum aksiyonlarına daha zorlu maçlarda rastlayamadık. Sezon başında kornerlerden goller atan takım artık ne taç kullanabiliyor ne de bir duran top organizasyonu var. Bunlar daha özel sorunlar biz genel olarak oynanan futbol ile Rijkaard’ın kafasındaki sistemi karşılaştırırsak hiçbir ilişki göremiyoruz.

Peki Rijkaard neden ısrarla bu sitemi oynatıyor? Çünkü bu sezonu kazanma pahasına sistemini değiştirmek istemiyor. Rijkaard Galatasaray’a total futbol O Y N A T A C A K. Ama bu kadro ile değil. Gelecek yıl bu oyun felsefesine uygun örneğin Hamit tarzında oyuncular alınacak ve sistem işlemeye başlayacak. Sonuçta kredisi olan bir hoca. Hatırlayalım, Fatih hoca ilk geldiğinde tandemi oturtmaya çalıştı üst üste başarısız sonuçlar alınınca vazgeçti. Daha sonra yavaş yavaş istediği düzende oynayan bir takım yarattı. İkinci döneminde ise inat etti ve ilk yıl şampiyon olamadık. İkinci yıl da olamayacağımız anlaşılınca düşünün ki Fatih Terim bile sezon sonu beklenmeden gönderildi. Rijkaard bu sistemi takıma yerleştirmek için ısrar ediyor. Eğer istediği tarzda oyuncular alınırsa gelecek yıl başarılı olacağından kuşkum yok. 2009-2010 sezonu ise kayıp yıl olarak Galatasaray tarihine geçecektir.

Bu blogta hep umut veren yazılar yazdık ama artık yolun sonuna gelindi. Kalan maçlarda 6 galibiyet alırsak şampiyonlar ligi için bir fırsatımız olabilir. Ama o kadar. Daha ileri gidemeyiz.

Eğer Rijkaard bu devrimi yapacak ve Galatasaray total futbol oynayacak ise varsın bu yıl da kupasız geçsin hiç önemli değil. Şimdi merakla transfer sezonunda Atatürk Havalimanına inecek Hamit, Yaya Toure, Taffarel tarzında oyuncular bekliyorum.
Related Posts with Thumbnails